Karabük Haber Postası Karabük Haber Postası

GİRNE’DEN DOĞAN GÜNEŞ

Köşe Yazıları Yayın: 15.07.2021 12:42

(20 TEMMUZ 1974)

Tam 47 yıl geçmiş o savaşgünlerininardından…

Yıllar öncesine dönmek; o günleri tekrar yaşamak, satırlara dökmek, savaşı anlatmak ne kadar zor!

Hele, hele kana kan; cana can katarak kurulmuş bir devleti anlatıyorsa o zaman,

Hele, hele gönderlere çektiğimiz, çekilmiş ay yıldızlı bayrakların gölgesine emanet edilmişse şühedalar…

Sonrasında ne çok şey değişmişse, neler neler görmezden gelinmişse, duyulmaz olmuşsa tarihin derinliklerinden gelen nice sesler!Nasıl anlatmalı, nasıl yazılmalı tarihe ışık tutacak gerçekler?

Ama yine de her ne yaşanırsa yaşansın;Kıbrıs’ta, o gazi topraklarda vatan ve vazife uğruna savaşan; ‘milli davamız’ diye anılan Kıbrıs konusunda pek çok kitaplar yazan kalemim, bir kez daha anlatmalı o günleri, bir kez daha tarihe not düşmeli…

İşte yakın tarihimize şanla, şerefle yazılan Kıbrıs Zaferi. İşte Kıbrıs Türkünün adada ki yaşam geleceğini aydınlatan Girne’den Doğan Güneş:

Hemen belirtmeliyim ki, konu henüz tüm açıklığıyla anlatılmamış, harp tarihi inceleme ve araştırma tekniğiyle açıklanmamıştır…

Kıbrıs Harekâtının bilinmeyen yönleri, açıklanmayan belgeleri mevcuttur. Konu ise henüz kapanmamıştır. Sadece harekâta katılanların anıları ile anlatılan bir süreç vardır

Kıbrıs’ta taraflar arasınca imzalanmış yazılı bir anlaşma ortamı değil; sadece bir ateş kes anlaşması mevcuttur.

1968 yılından bugüne çözüm adına defalarca kurulan müzakere masası; GKRY ve Yunanistan’ın uzlaşmaz tutumu nedeniyle, her defasında bu ikili tarafından devrilmiş, çözümden uzaklaşılmıştır.

Hal böyle olunca bu harekât henüz bitmemiş, ara verilmiştir de denilebilir!Çünkü kaybeden taraf, bir anlaşmaya yanaşmıyorsa eğer; düşündüğü bir başka şey vardır!

O da ‘çatışmadır’; anlaşmanın alternatifi çatışma ortamı yaratmaktır. Zaten 15 Temmuz 1974 tarihinde de adada ki Rumlar, Yunanistan Cuntasının desteği ile o savaşı yaratan ortama neden olmuş; adayı Yunanistan’a bağlamak istemişlerdi…

Türkiye de 1960 yılında imzalanmış uluslararası antlaşmalardan doğan ‘Garanti ve Güvenlik’ hakkı nedeniyle Kıbrıs’a müdahale etmiş; Rumların Kıbrıs Türk Halkını topyekûn ortadan kaldırmasını, adanın Yunanistan’a bağlamasını önlemiştir.

Eğer 47 yıldan bugüne adada bir çatışma yaşanmamışsa; bunun tek bir nedeni vardır; o da adadaki barışın teminatı olan Türk askerinin varlığıdır.

Ve…

   İşte 47 yıl önce yaşananlar,

İşte 20 Temmuz 1974 sabahı öncesi…

  Saatler 05.00’i gösterirken, birliğimizdeki tek haber kaynağımız transistörlü o el radyosundan, dönemin Başbakan’ı rahmetli Karaoğlan’ın, Sn. Ecevit’in sesi duyuluyordu:

‘’Şu andan itibaren paraşüt birliklerimiz ile çıkartma birliklerimiz dalga, dalga Kıbrıs semalarına inmeye; Girne kıyılarına çıkmaya başlamıştır. Tanrı, Kahraman                 Silahlı Kuvvetlerimizi muzaffer kılsın.’’

 Ok yayından fırlamış. Mersin’den, Girne’ye doğru yol almaya başlamıştı artık…

Girne’nin 10 km. kadar batısında küçük bir plaj vardı…

Günün ilk ışıkları, pırıltılarını yeni yeni bırakıyordu bu küçük plajın üstüne… Yaşamın tüm güzellikleri yansıyordu coşkulu çığlıklar atan turistlerin gönlüne…

 Özellikle İngiliz turistlerin tercih ettiği bir yerdi bu küçücük koy. Yumuşacık bembeyaz kumuyla, dalgaların oynaştığı, denizle kucaklaştığı kuytusuyla, sessizliğiyle herkese sevdirmişti kendini…

 Derinliği 9 metre, uzunluğu ise; ancak 100-150 metre kadardı. Yola çıkmak için yüksekçe bir setin aşılması gerektiğinden olacak, herkes kolaylıkla gelemezdi…

 Zaten, etrafı bomboş bir arazinin kenarına sıkışıvermişti. Buradan çok nadir zamanlarda bir araç geçerdi…

 İşte o plaj;

O cumartesi sabahı her zamanki gibi gerine, gerine uyandı. Güneş, Beşparmakların ardından Girne semalarını çoktan aydınlatmıştı…

 O alımlı plajın etekleri yavaş, yavaş ısınmaya başlamış, dümdüz deniz yumuşacık dalgalarıyla, o güzelim kumsalı okşuyordu…

Plaj, güzelliğinden emin, gözlerini kırpıştırarak etrafına bakındı. Martılar zarif görünümlerine yakışmayan sesleriyle süzülürken bulutların arasına, arkadan dağların bir yerlerinden birkaç koyun melemesi yankılanıyor, horozların; ‘sabah oldu artık’ ötüşleri duyuluyordu…

 Böylesine sakin, sessiz bir yerde olmak ne büyük mutluluktu…

Yaşamak ne güzeldi…

‘’Güzel sıcak bir gün başlıyor’’ diye mırıldandı kendi, kendine plaj…

 Ama o da ne?

Birkaç mil ötede hafif bir sis kümesinin içinden koca, koca gemiler belirmiş; üzerinden uçaklar geçiyor, dayanılmaz bir gürültü çıkarıyordu…

Hiç tanımadığı bu gemiler yaklaştıkça kıyısına, içlerinden ilk defa gördüğü giysilere bürünmüş, yağız çehreli, etraflarına kısılmış ama kararlı gözlerle bakan insanlar denize atlamaya başlamışlar! Giderek çoğalıyor, yüksek sesle ‘Allah’ın’ adını anıyorlardı…

 İşte o güzelliklerle dolu plaj acı, acı ağlamaya başladı… Debelendi, çırpındı, yalvardı!

Ve…O sabah hiçbir şeyin farkına varamadan öldü…

      Gerçek o ki; savaş başlamıştı!’’(Bk.Girne’den Doğan Güneş-Atilla Çilingir, 1997)

Temmuz ayının 20’sinde o güzel hafta sonunda, turizmin cenneti Kıbrıs’a; Türk paraşütçülerinin atlayış yapacağı, helikopterlerle adaya inen komandoların görüneceği, o güzelim koya çıkan Deniz Piyade Birliklerimizin, Girne sahillerine çıkabileceği hiç kimsenin aklına dahi gelmemişti…

Zaten Rumlar da Türklerin adaya çıkartma yapamayacağına, Beşparmak Dağlarının geçilemeyeceğine o kadar çok alıştırmışlardı ki kendilerini!

Harekât başladıktan 3 saat sonra Rum kuvvetleri alarm durumuna geçirilebilmişti! Tam bir baskın anıydı…

İşte bu 3 saatlik gecikme bizim çok işimize yaramış; paraşütçülerimiz ağır bir kayba uğramadan atlayışlarını tamamlamışlar, helikopterlerimiz kayıp vermeden indirme bölgesine gelmiş, çıkartma birliklerimizin ilk dalgası en az zayiatla kıyı başını tutmayı başarmıştı…

Adalı Rumlarşaşkındı, Yunan Cuntası ne yapacağını bilmez haldeydi… Dünyanın gözü, kulağı tüm haber kanalları adaya odaklanmış, İngiltere, Amerika, Rusya; Türkiye’nin böylesi bir adımı nasıl attığına bakakalmıştı…

Artık adanın kader çizgisi yeniden yazılmaya başlamıştı…

Dudaklarda dualarımızla başladık adaya inmeye, korkusuz yürekleriyle binlerce Mehmetçik… Tek bir amaç vardı: Türkleri kurtarıp, adaya barış getirmek…

Çok geçmeden savaşın acımasızlığı adanın tamamına yayılmış, pek çok masum sivil Türk’ün katliam haberleri gelmeye başlamıştı.

Rumlar, tıpkı ‘’1963 kanlı Noel olaylarında’’ olduğu gibi sivil Türk halkını acımasızca öldürmeye başlamışlardı.

Ama artık adada Türk askeri vardı.Kıbrıs Türk’ünü yıllar boyunca kahramanca savunan Kıbrıs Türk Mücahitleriyle birleşme sağlanmış; kısa bir süre içinde adada inilen ve çıkılan bölgelerin tamamı kontrol altına alınmıştı.

20 Temmuz’da Girne’den doğan ‘özgürlük güneşi’ çok geçmeden Kıbrıs Türklerinin yaşam geleceğini de aydınlattı.

14 Ağustos 1974 de başlayan 2’nci harekât sonrasında da, adanın bugünkü haritası çizilmiş oldu…

498 vatan evladımız bu uğurda seve seve canlarını feda ettiler. Şu anda o gazi toprakların serdarlığını yapıyorlar.

Benim gibi binlercemiz Gazi olduk; bugün milletimizin emrinde o günlerin gururunu taşıyoruz.

O savaş döneminin ardından neredeyse tam yarım asır geçti. Bu uzun süre, adada çok şeyi de değiştirdi..!

Zaman bu, tabii ki değişecek…

Ama ne yazık ki, adada değişmeyen tek şey; Rumların uzlaşmaz tutumu olarak kaldı. Hala adanın sahibi gibi davranıp, Kıbrıs Türk Halkına azınlık muamelesi yapmanın peşindeler.

Hala uluslararası camiayı peşlerine takıp, Türkiye’nin garantörlük hakkını nasıl kaldırırız, Türk askerini adadan nasıl çıkarırız oyunlarını oynamanın gayretindeler.

Ama bilmiyorlar, anlamıyorlar, öğrenemediler!Adayı ele geçirmek için oynadıkları tüm oyunlar,  20 Temmuz 1974’te bitti…

Yıllar önce Türk Ulusunun milli menfaatini korumak, adada yaşayan Kıbrıs Türk’ünün yaşam geleceğini aydınlatmak adına; ‘’Girne’den Doğan Özgürlük Güneşi’’ bir daha batmayacak artık…

Şu hususu da tarihe not düşerek Rum tarafına bir kez daha hatırlatmak gerekir:

‘’Ne zaman geleceksin? Bu kaçıncı Bahar?’’ şarkısını söyleyerek, yıllarca Kıbrıslı Türklerle alay eden Rum tarafı; aynı çılgınlığı bir kez daha yapacak olursa eğer!

 Unutulmasın ki, Türk Milleti Kıbrıs konusunda:

‘’Bu kadar yürekten çağırma beni; bir gece ansızım gelebilirim’’ diyecek kadar hala çok güçlü ve kararlıdır…

(20 Temmuz 1974’de hayatını seve, seve feda eden Mehmetçiklerimizi, Mücahitlerimizi minnetle anıyor, aziz hatıraları önünde saygıyla eğiliyor;  aynı rütbeyi taşımaktan onur duyduğum tüm Gazilerimize sağlık ve mutluluk dolu nice uzun yıllar diliyorum.)

 

Atilla Çilingir

www.atillacilingir.com

20 Temmuz 2021

Paylaş:

Görüş Bildir

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Arapça “Allah” Yerine “Leyla” mı Yazıldı!…

Eğitim Yayın: 24.04.2024 13:26
Arapça “Allah” Yerine “Leyla” mı Yazıldı!…

KARES Alışveriş Merkezinde bulunan Mescid’in Kubbesine Arapça “Allah” yazısı yerine Arapça “Leyla” yazıldığı görüldü. Bugüne kadar fark edilmeyen yazının bilerek mi ya da bilmeyerek mi yazıldığı merak konusu oldu.

Karabük KARES Alışveriş Merkezi’ndeki caminin kubbesinin ortasına Arapça “Allah” yazısı yerine “Leyli/Leyla” kelimesinin yazıldığı görülürken, bunun yanlışlıkla mı yazıldığı ya da başka bir amaç için mi yazıldığı merak konusu oldu. Daha önce fark edilmeyen bu yazı ile ilgili gazetemiz tarafından yapılan araştırmalarda Arapça’da “Leyli” kelimesinin gece, geceye dair ve geceye ait anlamlarında kullanıldığı, Kuran’ı Kerim’de de yer alan kelimenin gece ibadeti için camide yer aldığı düşünülüyor; ancak bu kelimenin tekkelerde kullanıldığı belirtilirken, bu yazının Karabük’te Kavurmacı Camiinin kubbesinin ortasında da yer aldığı öğrenildi.

Yaptığımız araştırmalarda, uzman isimler, “Leyli kelimesi, gece anlamına gelir ve Allah’ın kudretini, geceleyin ibadet etmenin önemini simgeler. Ancak tekke gibi yerlerde tasavvufta yer alan Leyla sevgiliyi, onun şahsında ilahi aşkı temsil eder. Malum Leyla ve Mecnun hikâyesinde anlatılan durumdur. Arapçada “Leyla” ismi gecedir. Her ayın sonuna da “Leyla” denir. Çünkü ayın sonunda ay tamamen kaybolur. Karanlık, bilinmezlik ve sır barındırır. Tekkeler tasavvuf ehlinin ibadet amaçlı kullandıkları yerlerdir. Tekkede bu yazı olsa bile, Kavurmacı Camiinde neden yazıldığını sormak gerekiyor? Bir de ebcet hesabıyla “İlah” kelimesi “Leyla” kelimesi ile sayısal olarak aynı toplamdadır. Tabi bu camiyi yaptıranlara sormak lazım. Neden kubbesine Leyla yazıldı? Kim bu Leyla?” diye sordular.

Cami ziyaretçileri ise bu detayın dikkat çekici olduğunu, ancak ibadetlerini yerine getirirken bu yazıyı fark etmenin çok zor olduğunu dile getirdiler ve böyle bir hata varsa giderilmesini istediler.

2016 yılında 86 bin caminin kıblesi hatalı çıkmıştı. Yaşanan bu skandalın ardından Diyanet, kıble tespiti konusunda daha dikkatli olmak ve uzman astronomlardan eğitim almak adına çalışmalara başlamıştı. Ancak, camilerdeki yazıların ve süslemelerin gerçekten orijinaline sadık kalınıp kalınmadığı, restorasyonlarda ne tür önlemler alındığı ve yeni camilerdeki yazı süsleme programlarının izin kontrolü konusunda soru işaretleri bulunuyor.

Bu konular hakkında daha fazla bilgi edinmek ve halkın merakını gidermek adına ilgili kurumların açıklama yapması bekleniyor. Karabük’teki KARES Alışveriş Merkezi camisinde yer alan Arapça “Leyli/Leyla” kelimesinin doğru mu yoksa yanlışlıkla mı yazıldığı merak konusu olmaya devam ediyor. (Kaynak: Bölgenin Sesi Gazetesi)