Karabük Haber Postası Karabük Haber Postası

ÇALIŞAMAYAN (!) GAZETECİLER GÜNÜ “SANSÜRÜN ADI ERİŞİM YASAĞI OLDU”

Köşe Yazıları Yayın: 11.01.2021 09:42

Gazeteciler işlerini kaybediyor, kovuşturmaya uğruyor, yargılanıyorken, bazıları da hapse atılıyor. Haberlere erişim yasağı getiriliyor, görsel ve yazılı medyada kapatmalar ve işten çıkarmalar günlük ve sıradan olaylar haline geliyor. Bu yaşadığımız süreç, basını susturmak için II. Abdülhamid dönemini ve Demokrat Parti’nin 1959’daki Tahkikat Komisyonu’nu hatırlatıyor. Bu yazımızda günümüzden 140 yıl önce yaşanan benzerlikleri konu ediyoruz.

Lafı bile edilemezdi. Bir yazıda ya da bir konuşmada “burun” demek suç sayılıyordu. Hatta, Hüseyin Cahit YALÇIN, İzlanda Balıkçısı adlı romanı Türkçeye çevirirken bir coğrafi terim olan burun sözcüğü yerine “karaların denizlere doğru uzamış bölümlerı” diye yazmak zorunda kalıyordu. Sadece bu sözcük değil, müsavat, istibdat, dinamo, Kanun-i Esasi, beynelmilel, kargaşa, anarşi, suikast, veliaht, cumhuriyet, yıldız, mebus, infilak gibi yasaklanan binlerce sözcüğün yanı sıra, içeriğinde bu sözcükler yer alan gazete ve dergiler kapatılıyor, klasik kitaplar dahi çuvallarla toplanıp Çemberlitaş Hamamında yakılıyordu.

BURUN sözcüğünün özel bir önemi vardı. Oldukça iri bir burnu olan Padişah İkinci Abdülhamit bu konuda çok hassastı. Gayet doğal olan bu durumdan belli ki rahatsızdı ve karşıtlarının bunu bir aşağılama olarak kullandıklarını düşünüyordu.

Oysa Padişah 1876’da tahta çıkarken ülkeyi Meşrutiyet’le yöneteceğine dair senet vermişti. Saltanatının ilk aylarında sözü doğrultusunda bir yönetim sergiledi. Dört ay sonra ilk anayasa sayılan Kanun-i Esasi’yi ilan etti. 19 Mart 1877’de Meclis-i Mebusan’ın toplanmasını sağladı. Ancak kısa bir süre sonra gerçek yüzünü göstermeye başladı. V. Murat’ın tahttan indirilerek padişah olmasında önemli isimlerden biri olan ve Taif’e sürgüne gönderip öldürttüğü Sadrazam Mithat Paşa’yla baskıcı kişiliği ortaya çıktı. Ardından Osmanlı-Rus Savaşı bahanesiyle Meclis-i Mebusan’ı kapatarak bir diktatöre dönüştü. Kuşkucu ve kuruntulu bir kişiliğe sahipti. Bu yapısı, V. Murat’ı yeniden tahta geçirmek için yapılan suikast girişimleri sonucu O’nu korku ve endişe içine itti.

 

Abdülhamit, adeta bir polis devleti haline getirdiği ülkede tahtını ancak  baskıcı bir istibdat rejimiyle koruyabileceğini düşünüyordu. Bu rejimin zaptiyeleri dışında diğer unsurlarını oluşturan özel mahkemeler ve jurnal sisteminin yanı sıra sansür de önemli uygulamalar arasındaydı. Ülke adeta yasaklar ülkesi haline gelmiş, herkes birbirinden şüphe eder olmuş, korku ve endişe günlük yaşama dönüşmüştü. Sahte ihbarlarla insanlar tutuklanıyor, dönemin etkili gazeteleri olan Vatan, İbret, Muhbir, Diyojen vb. kapatılıyor, Hamlet, Kral Lear, Macbeth, Kral Oidipus gibi tiyatro oyunları yasaklanıyor, yayınlardaki dizgi yanlışları dahi suç sayılıyordu. Baskılar karşısında Basiret Gazetesi “makinemiz bozuldu” diyerek yayınına ara veriyor, Sabah Gazetesi ise, sansüre takılan yazıların yerini boş bırakıyordu.

 

Bütün bunlar Yıldız Sarayı’ndan Matbuat Müdürlüğü’ne gönderilen aşağıda yer verdiğimiz dokuz maddelik gizli sansür yönetmeliğine göre yapılıyordu

1- Her şeyden önce dünya değer padişah hazretlerinin sağlığı, memlekette ticaret ve sanayin ilerlemesi üzerine havadis yazılacaktır.

2- Ahlak bakımından yayınlanmasında sakınca olmadığı Maarif Nazırı Paşa hazretleri tarafından tasdik edilmedikçe hiçbir tefrikanın yayınlanmaması,

3- Hepsi bir nüshaya konulamayacak kadar uzun edebiyat ve fen makalelerinin yayınlanmasında “mabadı var” ya da “mabadı yarına” ibarelerinin kullanılmaması,

4- Bir makalede beyaz yerler ve noktalarla boş yerler bırakılması, birtakım uygunsuz varsayımlara ve zihniyet karıştırmaya sebep olacağı için, bunlara kesinlikle meydan verilmemesi,

5- Şahsiyata kesinlikle meydan verilmeyip bir vali ya da mutasarrıfın hırsızlık, yiyicilik, öldürme ya da çirkin iş işlemiş olduğu söylenecek olursa, bunun doğruluğunun ispat olunamadığı bildirilerek saklanması ve yayınlanmasına asla müsaade olunmaması,

6- Vilayetler ahalisinden bir kişinin ya da bir topluluğun, hükümetin yolsuzluğundan şikayetlerinin ve yüce Padişah’a duyurulmasını bildiren kağıt ve dilekçelerinin yayınlanmasının kesinlikle yasaklanmasını,

7- Ermenistan sözcüğü gibi tarih ve coğrafyayla ilgili adların anılması yasaktır.

8- Yabancı hükümdarlar aleyhine yapılan suikast girişimlerinin ya da yabancı memleketlerde yapılacak kargaşa çıkarıcı gösterilerin sadık ve kendi halinde ahalimizce bilinmesi uygun olmadığından, bunların herhangi bir biçimde ve yolda olursa olsun, kesinlikle yayınlanmaması,

9- Bu yönetmelikten gazete sütunlarında söz edilmesi bazı kötü düşünce sahiplerinin yersiz eleştirme ve görüşlerine yol açacağından bundan şiddetle sakınılması.

Serkatib-i Hazret-i Şehriyari Tahsin

Milliyet Gazetesi’nin 1980’li yıllarda tarih ve kültür eki olarak verdiği Yakın Tarihimiz adlı fasiküllerden yararlanarak hazırladığım bu anımsatmayla, 140 yıl önce yaşadığımız bir dönemden küçük bir kesit sunmak istedim. Değerlendirmeyi siz sayın okurlara bırakıyorum.

İçimiz buruk ta olsa; Çalışan Gazeteciler Günü’nü kutluyor, doğru bilgi, gerçek haber için büyük bir özveri ortaya koyan tüm gazetecileri ve basın emekçilerini saygıyla selamlıyorum.

Fikret GÖKÇE

Kıbrıs Gazisi-Mak.Müh.

Paylaş:

Görüş Bildir

Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.

Çetinkaya: “Bizler imkansızlığı başaran ataların evlatlarıyız”

Manşet Yayın: 28.03.2024 17:58
Çetinkaya: “Bizler imkansızlığı başaran ataların evlatlarıyız”

AK Parti Karabük Belediye Başkan Adayı Özkan Çetinkaya 1 Nisan itibariyle Karabük‘ü daha çağdaş, daha modern, daha yaşanabilir bir hale inşallah hep beraber kavuşturacağız belirtti.

Seçim öncesinde çalışmalarına aralıksız devam eden Özkan Çetinkaya, Memur-Sen Karabük Şubesi tarafından düzenlenen iftar programına katıldı.Burada konuşan Çetinkaya, her gün toplumun her kesimiyle bir araya gelip iftar sevincini paylaştıklarını anımsattı.
Karabük’ün 2024 ve çağın gereksinimlerini karşılamayan bir yerel vizyonla karşı karşıya olduğunu anlatan Çetinkaya, “ Görüyoruz ki git gide kan kaybeden bir Karabük, popülasyon olarak, sosyal hayat, kültürel hayat ve şehircilik anlamında maalesef her geçen gün de kan kaybetmeye devam ediyor. Bu noktaya bizler AK Parti Karabük belediye başkan adayı olarak, proje ekibimiz, milletvekillerimiz birçok istişare heyetimizle kan kaybını nasıl çözeriz? Nasıl durdururuz? Bunun dertlisi olduk ve birçok projeyi hayata geçirmek üzere paylaştık. Gar Park ve Nehir Park projelerimizi hizmete alarak şehrin önünü açıp, ardından arzu ediyoruz ki en az 2-3 bin tane konutu 5 yıllık dönemde asgari düzeyde Karabük’e kazandıralım. Görüyoruz ki hamdolsun iki aylık çalışmalarımızla sahada bu projelerimiz toplumun yaralarına merhem olmuş ve bir karşılık bulmuş. İnşallah da bunu 1 Nisan itibariyle hepsini bir bir hayata kazandıracağız. Karabük‘ü daha çağdaş, daha modern, daha yaşanabilir hale inşallah hep beraber kavuşturacağız diyoruz. Biz tabii bu projeleri anlatırken hayata geçireceğimizden bahsederken, birileri ne diyor Karabük‘te, yapılamaz, imkansız diyor. Her zamanki gibi öğretilmiş çaresizliği maalesef Karabük‘ümüze sürekli empoze ediyor. Biz bunu kabul etmiyoruz. Bizler 1994 senesinde İstanbul’da 39 yaşında büyükşehir belediye başkan adayı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın neferleriyiz. 39 yaşındaki Recep Tayyip Erdoğan o İstanbul’u ihya etti. Bizler imkansızlıkları başaran bir hükümetin mensubuyuz. Bizler imkansızlığı başaran bir ataların evlatlarıyız. O yüzden bizim için imkansız diye bir şey yoktur. İnşallah çok çalışarak, Gar sahasını, Nehir Parkı, konutları ve vaat ettiğimiz bir çok projenin inşallah hepsini sizlerin hizmetine sunacağız. Bu noktada ben son üç gün kalmışken çeşme, her şey her şeyin istiyorum. İnşallah daha müreffeh, daha çağdaş, daha modern bir Karabük‘ü hep beraber tesis edelim” dedi.

AW172303 02 scaled